28 Mart 2012 Çarşamba

Renklerin ve Taşların Gizemli Dünyası

Renklerin ve Taşların Gizemli Dünyası


Dünya, insanlığın ruhsal, zihinsel ve bedensel olarak sağlıklı kalması için binlerce hediye sunuyor. Taşlar ve renkler de, doğanın insanoğluna iki armağanı. Yüzyıllardır değerli taşların gizeminden etkilenen insanlar, bunları çeşitli amaçlarla kullanmış. Şifa bulmak için yine taşlar ve renklere başvurmuş.

Ege Üniversitesi'nde düzenlenen 'Renkler ve Taşların Gizemli Dünyası' adlı konferansta konuşan Biyokimya Uzmanı Dr. İnci Erkin de renkler ve taşların, inanç sisteminin bir parçası olduğunu söylüyor.



Doktor Erkin'in verdiği bilgilere göre, elle tutulmayan, gözle görülmeyen, fizik ötesi olaylar insanları etkiliyor.

Pozitif düşüncenin önemli bir etki ve enerji kaynağı olduğunu dile getiren Erkin şu bilgileri veriyor: 'Tüm evren, insanlar etrafımızdaki her çeşit enerjiden etkilenirler. Beş duyuyla algıladığımız herşey, etkileşimimizi sağlar. Renkler, taşlar,

kristaller de etkilendiğimiz maddelerdir.'

İşte bazı taşların ve renklerin faydaları:


Ametist: Hormon ve bağışıklık sistemine iyi gelir.

Garnet: Ateş düşürücüdür, kan akımını güçlendirir.

Akik: Doğurganlığa yardımcı olur.

Elmas: Enerji merkezlerini harekete geçirir.

Yeşim: Kanı temizler.

Aqua Marine: Böbrek, dalak, karaciğer ve triod bezlerini güçlendirir.


Kırmızı: Enerji verir, metabolizmayı hızlandırır, cinsel gücü artırır.

Sarı: Enerji, mutluluk ve neşe verir.

Yeşil: Rahatlatıcı, sakinleştirici ve şifa verici. Denge ve dayanıklılığın simgesidir.

Pembe: Aşk, pasiflik ve dişilik simgesidir. Ruhu iyileştirici etkisi vardır.

Mor: Asaleti simgeler. Bilgelik, lüks ve gücün simgesidir.
(Akşam Gazetesi İnternet Sitesinden Alınmıştır)

27 Mart 2012 Salı

Takının Anadoluya Yolculuğu - 2


URARTU’NUN ZENGİNLİĞİ

Aynı dönemde M.Ö. 900-600 arasında merkezi Van olan Urartu krallığının önde gelen kentleri Altıntepe, Patnos, Adilcevaz ve Toprakkale’deki prens mezarları, tapınak, saray ve depolarından yüzyıllar sonra çıkan altın küpeler, agat ve amber kolyeler ve özellikle düğmeler, granülasyon tekniğinin en güzel örneklerini oluşturdu. Bu zor kuyumculuk tekniğinin ustası olan Urartular’ın granülasyonla bezeli üç at başı biçiminde kolye başı, balık ve halka biçimi altın küpeler, uçları ejder başlı gümüş bilezikler, değerli metalleri işlemede ulaştıkları başarıyı tüm görkemiyle ortaya koydu.
Arkaik ve klasik dönemlere ait Anadolu takıları, yalınlığın içinden ustalıkla çıkarılan bir etkileyiciliğe sahiplerdi. Yaygın olarak telkari ve mineleme teknikleriyle yapılan çelenklerde bitkisel motifler, kolye ve pandantiflerde nar, meşe palamudu ve hayvan başları işliydi. Ay tanrıçasının sembolü hilal, Ön Asya kültürlerinin hepsinde olduğu gibi Anadolu’da da her yerdeydi.


PERSLERLE RENKLENEN TAKI


M.Ö. 545’ten itibaren Pers egemenliğine giren Anadolu’da bir kez daha doğu ve batı kültürü harmanlandı; takılar bu kez kendilerine Pers etkisinde bir üslup buldular. Anadolu’nun hemen her yerine yayılan dönemin takılarının en çarpıcı özelliği, üzerlerindeki yarı değerli taşların ve bunların cam taklitlerinin kullanımlarının çok artmış olmasıydı; takılar rengârenkti. Dönemin kuyumculuk merkezleri Sardes ve Çanakkale Boğazı üzerindeki Lampsakos’ta biçimlenen takılarda özellikle üçgen, baklava motifi ve üçgen piramit süslemeler çok kullanıldı.




HELLENİSTİK DÖNEMİN GÖRKEMİ


Ardından gelen Hellenistik dönem, Anadolu’da takı sanatının ve kuyumculuk zanaatının doruğa ulaştığı dönemlerden biri oldu. Arkaik ve klasik çağlar boyunca hemen yalnızca tapınaklara adak ve mezarlara sunu olarak yapılan ve çok nadir kullanılan takılar, bu dönemde insanların gündelik yaşamlarına girdi. Trakya’da zengin maden yataklarının bulunması ve Pers hazinelerinde biriken altın ve gümüş stokları, dünyevi zevklerin en cezbedici olanına eğilimi artırdı.
Bol bol insan ve hayvan figürleri kullanılan Hellenistik dönem takıları, bol granülasyon ve filigre ile zenginleşti. Daha önemlisi Hellenistik dönem, sadece değerli metallerin ve kimi zaman da yarı değerli taşların kullanıldığı takıların yerini artık değerli taşlarla bezeli mücevherlerin aldığı döneme işaret etti. Büyük İskender’in doğu seferleriyle Anadolu’ya taşınan zümrüt, yakut, agat, aquamarin, grena, karneol, sard, plasma, amatist gibi değerli taşlar, Hellenistik dönem takılarına yerleşti. Motiflerde de farklılıklar oluştu; menadlarla eroslar, zenci tasvirleri, aslan, boğa, geyik gibi hayvanların başları sıklıkla kullanılır oldu. Dönemin “moda”sı ise Herakles düğümlü takılardı...



ROMA’NIN ‘STAMPA’ VE ‘SAVAT’I


Roma döneminde Anadolu takıları, önceleri Hellenistik dönemin kuyumculuk geleneklerine bağlı kaldı. Yine de takılarda inci, jasper ve camın kullanılması, renkli kakmacılığa başlanması bu döneme rastlar. Ama Romalı kuyumcular, kendilerine özgü form ve teknikleri asıl M.S. 200-400 arasında yarattılar. Hellenistik dönemde kuyumculuğun merkezi olan İskenderiye ve Antakya Roma döneminde de önemini korumasına karşın, imparatorluğun başkenti de kuyumculukta bir ekol oluşturmayı başardı. 
Bu dönemde altın ile değerli taş kombinasyonlarının hem en güzel örnekleri verildi; hem de kullanımları yaygınlaştı. Roma takıları, aşırı karmaşık ve zarif Hellenistik tarzın tersine sadelikleriyle ön plana çıktılar. Romalı kuyumcular, geliştirdikleri iki yeni teknikle, stampa ve savat teknikleriyle zanaatı da daha ileri bir noktaya taşıdılar. Kolyelerde sikkelerin kullanılması, hayvan başlı ve bitki motifli bileziklerin yaratılması da bu dönemin özelliklerindendi. 


BİZANS’IN ‘MİNE’Sİ


İkiye bölünen Roma İmparatorluğu’nun Anadolu topraklarındaki ardılı Bizans’ın takı geleneği, sanatta egemen olan iki güçlü akımın etkisinde biçimlendi. İlki, özellikle saray ve ileri gelen çevrelerce tutulan, kökü eski sanat geleneklerine bağlı, ince, hassas, hatta bazı durumlarda Hıristiyanlığa yabancı unsurların bile göze batmadığı görkemli, zengin ve göz kamaştırıcı bir sanat akımı olan başkent üslubuydu. Diğeri ise form güzelliğine önem vermeyen, dini konuları esas alan ve sanatı dinin bir anlatımı olarak kabul eden ilkel ve kuru bir sanat akımı olan eyalet üslubu... Ama her iki üslupta da çok tanrılı dinlerdeki motifler Hıristiyanlıkla birlikte yerlerini farklı motiflere bıraktılar; çok farklı teknikler kuyumculuğa egemen oldu. 
Bizans İmparatorluğu’nun ilk dönemlerinde kuyumculuk, form ve teknik olarak Roma kuyumculuğunun devamı niteliğindeydi. Kendine özgü form, desen ve teknikler, Konstantinopolis’in kuyumculuk merkezi haline dönüştüğü 6. yüzyıldan sonra gelişti. Bu gelişimde Bizans imparatorları II. Theodosius ve III. Valentinianus’un camcı ve kuyumculardan vergi almamaları büyük rol oynadı. Saraya bağlı biçimlenen kuyumculuğun ilerlemesi için ayrıca İskenderiye ve Antakya’dan ustalar getirtilerek, bir Bizans üslubunun ortaya çıkması sağlandı. Değerli madenler, özellikle altınla birlikte değerli ve yarı değerli taşların ve organik maddelerin kullanıldığı gösterişli takılarda Bizans kuyumculuğunun özgün tekniği mine gelişmeye başladı. 
Bizanslılar da tıpkı kendilerinden önceki Anadolu halkları gibi takılarını, süslenmenin ve zenginliklerini göstermenin yanı sıra kötülüklerden korunmak ve dindarlıklarını göstermek için taktılar. Bizans takıları, Roma ve Hellenistik dönemin geleneklerinin Hıristiyanlıkla harmanlandığı özgün ürünler olarak hem Batı’yı hem de kendilerinden sonra Anadolu’da yaşayan Selçuklu ve Osmanlı kuyumculuğunu etkilediler.


TÜRKMEN TAKILARIYLA GELEN ÖZGÜNLÜK


Ama takının Anadolu’daki yolculuğu sırasında edindiği farklı üsluplar arasında en özgün olanı, bu topraklara Selçuklularla birlikte gelen Türkmen boylarının getirdiği üsluptu. Orta Asya kökenli Türkmen takı geleneği, kökleri çok eskilere dayalı bilinmedik sırlarla dolu, çok ince bir sanata dayanıyordu. Geleneksel teknolojinin basit araçlarıyla üretilen takılara değerli taşların yerleştirilme biçimi, kullanılan geometrik formlar, Türkmen takı geleneğinin özgünlüğünü yansıtıyordu. Her birinin etnolojik olarak farklı anlamları olan, takının üstüne konulan şelpeli guppa, alına takılan manlaylık, saça takılan şelpeler, düğmeler, boyuna takılan iğneler, gargılıklar, boncuklar, göğüse takılan çeşitli büyüklükteki gülyakalar, tumarlar, yine göğüse takılan şelpeler, alkım çengekler, ses çıkaran düğmeler, kollara takılan bilezikler, yüzükler, kaftana takılan çarpazlar, saça takılan tokalar...
Türkmen takıları, eski savaşçıların demirden giysilerini de hatırlatıyordu. Kubbe şeklindeki gümüş “gupha”, tahiye kenarlarındaki yanaklara kadar inen gümüş askıları ile “çekkelik” ve ense tarafındaki askı ile “yeğinlik” askeri bir şapkaya benziyordu. Geniş göğüs süsleri “gülyaka”, “dağdun” ve “blukuv”, gümüş “apbaslar” ile askerlerin göğüs zırhlarını andırıyordu. 
Selçuklu döneminde altın ve gümüş takılar daha çok Konya ve Alaiye’de yapıldı. İslamiyet’in getirdiği sınırlamalar çerçevesinde altın takılar hemen neredeyse kadınlarla sınırlı kaldı. Ama hediye verme geleneğinin yerleşmesiyle birlikte değerli madenlerden üretilen objelerin yapımı bu dönemde hız kazandı.



ANADOLU TAKI GELENEĞİNİN DORUĞU: OSMANLILAR







Osmanlı İmparatorluğu dönemine kadar Anadolu’da her türlü değerli maden, değerli taş ve süsleme teknikleri denenmiş; çeşitli formlar geliştirilmişti. Osmanlılar, bin yıllarca süren istilalar ve göçlerle biçimlenen son derece zengin bir takı geleneği mirasını devraldılar. Yapabilecekleri tek bir şey kalmıştı; takı sanatını doruğuna ulaştırmak. Onlar da bunu yaptılar. 
Osmanlı İmparatorluğu’nun gücü artarken kuyumculuk zanaatının önemi de giderek arttı. Osmanlı kuyumculuğu, miras aldığı tarihi kültürel zenginlikle birlikte İmparatorluğun yayıldığı geniş coğrafyanın birikimlerini de yansıttı. Payitaht İstanbul’un dışında Trabzon, Samsun, Sivas, Van, Erzurum, Erzincan, Gümüşhane, Bitlis, Kula, Eskişehir, Diyarbakır, Mardin, Midyat, Şam, Halep, Kıbrıs, Prizren gibi yerlerde de değerli madenler farklı tekniklerle işlendi.
Bol bol insan ve hayvan figürleri kullanılan Hellenistik dönem takıları, bol granülasyon ve filigre ile zenginleşti. Daha önemlisi Hellenistik dönem, sadece değerli metallerin ve kimi zaman da yarı değerli taşların kullanıldığı takıların yerini artık değerli taşlarla bezeli mücevherlerin aldığı döneme işaret etti. Büyük İskender’in doğu seferleriyle Anadolu’ya taşınan zümrüt, yakut, agat, aquamarin, grena, karneol, sard, plasma, amatist gibi değerli taşlar, Hellenistik dönem takılarına yerleşti. yayılmasıyla birlikte doğudan gelen Herat ve erken Safevi üslubunun etkisiyle şark motifleri ve 18. yüzyıldan sonra ise Batılı tarzda gemi, fiyonk, arma türü motifler belirginlik kazandı.
İlk dönemlerde daha sade olan takılar, sonraları giyimin ayrılmaz bir parçası haline dönüştü ve giderek daha gösterişli olmaya başladı. Sorguç, istefan, zülüflük, enselik, saç bağı, gerdanlık, iğne, çelenk, küpe, bilezik, yüzük, zehgir, mühür, nişan, halhal, pazubent, düğme, çaprast, zincir, saat, köstek, kemer, kemer tokası gibi takılar, en çok tercih edilen parçalardı. Osmanlı’da değerli maden ve taşlar, yalnız takılarda da kullanılmazdı. Kur’an kabı, askı, kılıç, hançer, gaddare, gürz, tüfek, tesbih, bardak, matara, kase, şerbetlik, maşrapa, zarf, kutu, sandık, şamdan, buhurdan, gülabdan, kaşık, nargile, yazı takımı, yelpaze, ayna, tarak, kamçı, sadak, Kabe armağanları gibi eşyaların süslenmesinde de kullanılırdı. Altın, gümüş ve değerli taşlar kullanılarak yapılan taht, beşik, örtü, kaftan, zırh, at koşum takımı gibi büyük parçalar ise özellikle Osmanlı İmparatorluğu’nun gücünü simgeliyordu.
Balkanlardan ve İran’dan getirtilen kuyumcu ustaları ile Türk ustaların yanına geç dönemlerde katılan Ermeni ustaların kakma, çalma, oyma, savat, telkari, hasır, mıhlama gibi tekniklerle çalıştıkları Osmanlı takılarının en önemli özelliği, İmparatorluğun çoğulcu yapısını yansıtan çeşitliliğiydi. Çok değişik parçaların yan yana kullanılması bir yana farklı tarza sahip, karşıt renklerin de büyük bir uyumla kullanıldığı takılar, Osmanlı İmparatorluğu’nun özgünlüğünü yaratıyordu. 
Türkiye kuyumculuğunun geleceği, bugün işte Anadolu’nun bu görkemli takı geleneğinin üzerinde biçimleniyor. Binlerce yılın içinden süzülüp gelen kuyum tekniklerinin incelikleri, detaylarda saklanan derinlik, birbirinin içinden geçerken başkalaşan kültürlerin izlerini süren tasarımların zenginliği, bu topraklarda yetişen kuyumculara miras. Anadolu takılarının mezar odalarından saraylara yaptığı yolculuğu şimdi onlar sürdürüyor...
      


26 Mart 2012 Pazartesi

Mezarlardan,Saraylara Takının Anadolu Yolculuğu


              Anadolu takıları, binlerce yılın içinden süzülüp gelen teknik incelikleri, detaylarda saklanan derinliği ve onlarca kültürün izini süren tasarımlarının zenginliğiyle zamanın ötesine geçiyor...

             Otuz bin yıl önce ölümün sessizliğinde doğdu takılar. İnsanoğlu, yanıbaşında susan nefesin geri dönmeyeceğini anladığında,  belki son bir kez daha onu kutsamak, gittiği yerde huzur duymasını sağlamak, karanlığın kötülüklerinden korumak için mezarına taşlardan, boynuz ve kemiklerden, deniz kabuklarından yapılma boncuk dizileri, bilezikler ve yüzükler koydu. 
Sonra başa çıkamadığı kötülüklerden, tehlikelerden kendisini de korumak için boynunu, kollarını, ellerini, başını, ayaklarını takılarla donattı; onları tanrılarına sundu. Bir de baktı volkanik camlara yansıyan görüntüsü, takılarla daha farklı, daha güzel... İşte dinin ötesine geçtiği o andan sonra taktıklarını bir daha hiç çıkarmadı; takıların güzelliğinde kendi güzelliğini buldu. Zamanın içinden sessizce geçerken onları en parlak, en göz alıcı madenlerle, taşlarla bezedi. 6000 yıl önce bu topraklarda, Anadolu’da madenlerin en büyüleyicisini, altını işleyebileceğini keşfetti ve altın, diğer tüm değerli madenler ve taşların da önüne geçti; takıların vazgeçilmezi oldu. Altın takılar, insanoğluna her şeyin, tüm dinsel amaçlarının, güzel görünme çabalarının ötesinde, yaşadığı toplum içinde soyut konumunun somut işaretini sundu.
5000 YIL ÖNCE PARLAYAN IŞIK
Değerli madenlerden takı üretimi yani kuyumculuk işte böyle başladı. Ama bin yıl boyunca emekleyen kuyumculuk, gerçek bir zanaat olarak karşımıza, şaşırtıcı güzellikteki, oya gibi işlenmiş takılarla M.Ö. 3. bin yılda çıktı. M.Ö. 2600-2000 dönemine tarihlenen en parlak ve yetkin takı objeleri Troya, Eskiyapar ve Alacahöyük’te bulundu. Prens mezarlarında ele geçen altın, gümüş, agat, kuvars kristali gibi değerli malzemelerden yapılan broşlar, kolyeler, iğne, bilezik, diadem, kemer ve elbise süsü olarak kullanılan çift altın idollerin her biri, birer sanat eseri niteliğindeydi. 
Aynı döneme ait Doğu Anadolu’da Karaz, Batı Anadolu’da Beycesultan ve Semayük, Göller bölgesinde Kuruçay, Geçiş bölgesinde Kusura, Demircihöyük, Polatlı, Karaoğlan, Konya civarında Karahöyük, Malatya’da Aslantepe, Çukurova bölgesinde Tarsus, İslahiye bölgesinde Tilmenhöyük ve Gedikli, Güneydoğu Anadolu’da Pulur, Norşuntepe ve Tepecik buluntuları, Anadolu insanının tasarımda ve döküm işlerinde daha o tarihte ulaştığı ileri düzeyi anlatıyor. Troya altın takılarında kullanılan granülasyon ve telkari teknikleri ise, daha ileri bir kuyumculuk çalışmasına işaret ediyor.
Tunç çağını geride bırakırken, M.Ö. 2000-1200 arasında Anadolu’da ticaret kolonileri oluşturan Asurlu tüccarların ilgisi de, özellikle altın, gümüş ve bakır madenleri üzerinde yoğunlaştı. Asurlu tüccarlar, Mezopotamya’dan getirdikleri malların yerine buradan değerli madenleri götürüyorlardı. Ticaretin canlandırdığı iletişim olanakları, Anadolu’daki ilkçağ zanaatkârlarına Mezopotamya kültürünü tanıttı. Zanaatkârlar, yeni tanıdıkları motifleri ve konuları kendi dünyalarının anlamı içinde eritip, ortak bir üslup yaratmayı başardılar.

                                        



     ANADOLU’NUN BATISINDA YÜKSELEN TAKI SANATI

Hititler’in egemenliği altındaki Anadolu’dan bugüne taşınan takılar ne yazık ki çok az; yalnızca Boğazköy’de bulunan altın mühür yüzük, altın “oturan tanrıça” amuleti, mezarlarda ölülerin ağız ve gözlerini kapayan, kol ve ayak bileklerine sarılan altın safihalarla, kulaklara yerleştirilen kulak tıkaçlarından ibaret... 
M.Ö. 900’den sonra değerli maden ve taş kullanılarak yaratılan takılar, eski görkemine özellikle Anadolu’nun orta ve batısında kurulan uygarlıklarda kavuştu. Burada hem takılar çoğaldı; hem teknik yetkinleşti. Günümüze çok fazla örnek kalmamasına karşın M.Ö. 8. yüzyılın ikinci yarısında Orta Anadolu’da egemen olan Frigya’nın kuyumculuk sanatına en önemli katkısı, özgün bir formu olan fibulalardı. 
Antik dünyanın ticaret merkezinde oturan Batı Anadolu kentlerinin zanaatkârları ise doğu ile batının sanatını kendilerinde bütünleştirip, Orientalizan sentezi gerçekleştirdiler. M.Ö. 8. yüzyıl sonuyla 7. yüzyıl başında özellikle doğulu motiflerin kullanıldığı değerli metal ve fildişi takılar ortaya çıktı. Lydia’nın başkenti Sardes, işte bu süreçte kuyumculuğun ışığı oldu. Kimyasal işlemle ilk kez saf altının da elde edildiği altın rafinerisinin bulunduğu Sardes’da özellikle fildişi oymacılığı ve değerli ya da yarı değerli taşların da başarıyla kullanıldığı teknik ustalıkla işlenmiş altın takılar ortaya çıktı. 
Sonraki iki yüzyıl Anadolu’nun batısında kuyumculuk zanaatının doruğa ulaştığı yüzyıllar oldu. Saf ya da safa yakın ayarda altınla yapılan takılarda döküm, repousse, fligre, granülasyon gibi birçok kuyumculuk tekniği birarada kullanıldı. En yetkin örnekleri, Efes Artemis Tapınağı adak çukurunda ve Uşak çevresinde bulundu. Anadolu’nun ana tanrıçası ile Helenler’in anavatanındaki tapınma biçemini birleştiren ana tanrıça Artemis tapımı, dönemin takı sanatını da biçimlendirdi. Evrensel, uygarlığın koruyucusu, doğanın yöneticisi ve arıların kraliçesi tanrıçanın üç farklı karakteri, takılarda görülen arı, hilal ve atmaca motiflerinde anlatımını buldu. Küpelerde, apliklerde, broşlarda ve iğne topuzlarında arı; küpeler ve sarkaçlarda hilal; broş ve sarkaçlarda ise atmaca kullanıldı daha çok.
 

                                             
   
                                                                                                Yazımız Yarın Kaldığı Yerden Devam Edecek...

23 Mart 2012 Cuma

Dokunsanız kafi, sonrasında herşey onun güzelliği...


  Modern bir kadının en trend kıyafetlerle ve aksesuarlarla donatıldıktan sonra, yapılacabilecek en hoş makyajıdır LaChatafat. Takarsınız, takarsınız fakat gelişi güzel bir anlam yükleyemezsiniz, ışığınıhemen o anda hissedersiniz. Takarsınız, bir daha kolay kolay vazgeçemezsiniz. Ne bir nesnedir o artık masanızın üzerinde, ne de üzerinizde sırıtan bir obje . O bir yaşam biçimidir takan kişinin benliğinde. Kolay gelmemiştir çünkü o bugünlere, binlerce emekle üretildikten sonra düşmüştür gönüllere, vazgeçemezsiniz çünkü üretilirken üzerine katılan aşkı bir takışta hissedersiniz. Vazgeçemezsiniz çünkü siz onu seçerken farkında olmadan seçilmişsiniz. Karar veremezsiniz hangisine sahip olmak istediğinize, biri göz kırpar atlar ellerinize tüm güzelliğiyle. Kimi kalbe giden yolu seçer parmağa gider, kimi nabzı yoklar bileğe geçer, kimi ise zarif bir şekilde boyunda sağa sola dalgalanarak hareket eder. LaChatafat Kadınıysanız eğer hayat her zaman size güzel.
            

                      
                            

22 Mart 2012 Perşembe

2012 Takı modellerinden özetler kaldığı yerden devam ...



 Takı ve aksesuar günümüz modasında gittikçe yerini her gün biraz daha sağlamlaştırıyor. Takı insanoğlunun tarihten günümüze kadar birçok amaç için ama özellikle kadınlar için en çok da “güzel olmak” adına kullandığı bir araçtır.


İnsan; sıradan olmadığını ispatlamak, sıradan olandan ayrışmak ve farkını ortaya koymak için takı takar. Akla gelen her malzeme artık takı tasarımı için kullanılmakta. Takı tasarımı böylece sadece insanın hayal gücü ile sınırlı hale gelmektedir. Yaratıcılığın sonu olmadığı gibi takı tasarımının da sonsuz bir okyanus olduğunu söyleyebiliriz.

Takılarda; renkler, desenler, birbirinden ilginç ve güzel aksesuarlar bir araya gelerek müthiş bir uyumla adeta zıtlıkların uyumu halinde bir harmoni sunmaktadır. Önemli olan da bu zıt unsurlardan bir bütün oluşturmaktadır.

       Siz de eğer biraz merakınız ve el yatkınlığınız varsa kendi takınızı tasarlayabilirsiniz.
Paylaşacağım galeride; Galata Kulesi temalı takılardan, romantik kolyelere, eğlenceli broşlardan, denizci temalı modellere, vintage parçalardan, ipek ve dantellerin kullanıldığı takı gruplarına uzanan geniş bir koleksiyon mevcut.










21 Mart 2012 Çarşamba

2011-2012 TAKI MODELLERİ - 2

 Hayatımızın olmazsa olmazı moda her konusu her dali ile en çok kadınların dikkatini çeker. Özellikle ayakkabı, çanta ve takı. Bu üçünü birbirinden ayırmanız imkansızdır. Kadınlar asla vazgeçemez takılardan. Her kıyafeti her elbiseyi tamamlayan en muhteşem detaylar hep takılarda gizlidir. Sevdiğiniz bir elbiseyi her defasında farklı bir şekilde göstermenin en doğru yolu takılardır. Takılarınızla ister çok şık istersenizde oldukça gösterişli zarif bir hale getirebilirsiniz. Küçük küpeler ya da iri taşlar, uzun kolyeler ya da küçük kolyeler, renkli renkli saatler ya da gzül sevimli taçlar tercih sizin.Tarzınızı siz belirleyin.
İster yaz ister kış hiç farketmez dilediğiniz zaman takabileceğiniz rengini modelini isterseniz değiştirebileceğiniz ve her zaman kullanışlı olan takı modellerini tercih etmelisiniz. 2012 yılında en çok moda olan baş parmağa takılan büyük yüzükler, küçük kolye uçları ile birlikte takılan uzun kolyeler. Yüzük, bilezik, kolye, küpe, saat ve daha fazlası aklınız ne geliyorsa hepsini sizin için...

BİLEKLİKLER;
Bilekliklerde altın,yıldız,frendship,inci,saat,örgü ve swarowski detaylar...

KOLYELER;
Kolyelerde;püskül,tasma, saat, şipşak,ayna,örgü,çerçeve,yıldız ve zımba detaylar...

KÜPELER;
Küpelerde;vintage,püskül,yıldız,boncuk,inci,fiyonk,tüy,yaprak,halka,melek,kelebek ve çiçek detaylar....

YÜZÜKLER;
Yüzüklerde,skull,gözlük,two finger,fiyonk,örümcek,vintage,çiçek,taş,kelebek ve kuş detaylar...